Ahmet Türkmenoğlu | [email protected] – İznik Müzesi Müdürü – Geçmişte dört farklı medeniyete başkentlik yapan İznik, barındırdığı eserlerle adeta bir “açık hava müzesi”dir; tarihi dokusu, verimli toprakları ve eşsiz doğasıyla hem dünyanın hem de ülkemizin ender yerlerinden biridir. İznik’in tarih öncesi çağlardan beri yerleşim gördüğü, çevresindeki Prehistorik buluntulardan ve yörede bulunan höyüklerden anlaşılıyor. Çevrede yapılan, Geç Neolitik dediğimiz yaklaşık M.Ö 6500’lere kadar tarihlenen Barçın, Menteşe, Ilıpınar gibi höyük kazılarında ortaya çıkarılan ve İznik Müzesi’nde sergilenen eserler de bu bilgileri doğruluyor. Bir zamanlar adı Ascania Limme olan İznik Gölü kıyısına ilk kent, Makedonya Kralı Büyük İskender’in komutanlarından Antigonos tarafından M.Ö. 316’da kurulmuş ve kente de komutanın adına atfen Antigoneia adı verilmiş.
İznik Gölü kıyısına ilk kent, Büyük İskender’in komutanlarından Antigonos tarafından M.Ö. 316’da kurulmuş.
Büyük İskender’in komutanlarından Lysimakhos, M.Ö. 301’de Antigonos’u mağlup etmiş, yönetimi altına aldığı kente eşinin adını vermiş: Nikaia. Helenistik Dönem diye bilinen bu yıllarda kent, karelere bölünmüş düzenli bir plana sahipmiş. Ana çizgilerini günümüzde hala koruyan kentin etrafında surlar, ortasında bir gymnasium (spor kompleksi), çeşitli yerlerinde de tanrılar için kutsal mekânlar bulunuyormuş. M.Ö. 293 yılında Bithynia Krallığı’na bağlanan Nikaia, bir süre krallığa başkentlik yapmış; adına altın sikkeler basılmış ve “Altın Şehir” (Khyrsea Polis) unvanı ile anılır olmuş.
İznik Müzesi, bir yıl önce hizmete açıldı.
Roma ve Bizans dönemleri
Kent M.Ö. 74 yılında Roma yönetimine girmiş. 123 yılında şiddetli bir deprem sonucu harabeye dönen kent, baştanbaşa onarılarak adeta yeniden kurulmuş. Büyük hasar gören surlar daha güçlü biçimde inşa edilmiş. 4970 metreyi bulan surlarla çevrili şehre şu anki isimleriyle Lefke Kapı, İstanbul Kapı, Yenişehir Kapı ve Göl Kapı’dan giriliyormuş. İznik, Hristiyan âlemi açısından ayrı bir öneme sahip. I. Konstantin’in Hristiyanlığı kabul etmesinden sonra ilk Ekümenik Konsil, M.S. 325 tarihinde İznik’te yapılmıştır. İmparator I. Konstantin’in de konuk olduğu I. Konsil şiddetli tartışmalara sahne olmuş. İskenderiyeli din adamı Arius’un “Hz. İsa’nın sadece bir insan olduğu ve tanrıdan dünyaya gelmediği” şeklindeki tezi reddedilip bugün de savunulan Hz. İsa’nın tanrının oğlu olduğuna dair tez kabul görmüş. İznik, 787 yılında toplanan ve II. İznik Konsili olarak tarihe geçen VII. Ekümenik Konsil’e de ev sahipliği yapmış. Ayasofya Kilisesi’nde yapılan bu konsülde de İmparatoriçe Irene’nin girişimleri sonucu tasvir karşıtı harekete (ikonoklazm) son verilmiş. Bizans Dönemi’nde büyük imar gören kent, Selçuklu Hanedanı’na mensup Kutalmışoğlu Süleyman Şah tarafından 1075 tarihinde ele geçirilmiş.
İstanbul Kapı
1080 yılında da Anadolu’nun ilk Türk devleti olan Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkenti olmuş. Türkler, 22 yıl ellerinde tutabildikleri kenti, ilk Haçlı Seferi sırasında yağmalanmasını önlemek amacıyla 1097 Haziran’ında Bizanslılara teslim etmişler. IV. Haçlı Seferi sırasında Konstantinopolis (İstanbul) Latinlerin eline geçmiş, 1204 yılında Latin İmparatorluğu kurulmuş. Theodoros Lascaris, İznik’e kaçarak burada imparatorluğunu ilan etmiş. İznik, böylece 57 yıl boyunca Bizans İmparatorluğu’nun başkenti olmuş. Bu dönemde kent, sanat ve kültür merkezi haline gelmiş, başta Ayasofya olmak üzere, yeni kiliseler ve sarayın yanı sıra bir hastane ile patrikhane yapılmış. Surlar onarılıp önüne bir duvar inşa edilmek suretiyle şehrin korunması güçlendirilmiş. 1261 yılında Konstantinopolis yeniden ele geçirilerek Latin İmparatorluğu’na son verilmiş ve yeniden Bizans İmparatorluğu’nun başkenti olmuş. Osmanlı Beyliği’ni kurduktan sonra ilk önemli hedefi İznik olan Osman Bey, kenti kuşatsa da almayı başaramamış. Kent, babasını izleyen Orhan Bey tarafından 1331 tarihinde ele geçirilmiş, 234 yıllık aradan sonra yeniden Türk himayesine girmiş. Kesin olarak kanıtlanmasa da o döneme ait eserlerden yola çıkılarak, kentin bir süre Osmanlıya başkentlik ettiği varsayılıyor. Dört uygarlığa ve daha öncesine ait surlar, kapılar, tiyatro, kilise, cami ve medrese gibi taşınmaz kültür varlıkları kentin içinde adım başı görülebilir; taşınabilir özgün ve özel eserler ise kent içinde iki müzede sergilenmektedir. Günümüzden yaklaşık 8500 yıl önce kurulan ilk yerleşimlerden, farklı uygarlıkların başkentliğine uzanan tarihsel gelişimi ve kanıtlarını yansıtan muhteşem eserleri görmek için “yolunuz düşerse” değil, yolunuzu düşürerek İznik’e gelin.
Kentte Türk İslam Dönemi: Nilüfer Hatun İmareti
İznik’te ilk müze, Sultan 1. Murat’ın annesi Nilüfer Hatun anısına 1388 yılında yaptırdığı Nilüfer Hatun İmareti içinde kurulmuş. 14. yüzyıl Osmanlı mimarisi ve sanatının en güzel örneklerinden biri olan imaret, 1960 yılında müze olarak hizmete açılmıştır. 2012 yılında restorasyon çalışmaları nedeniyle kapatılan müze, 2020 yılında İznik Nilüfer Hatun İmareti Türk İslam Eserleri Müzesi adıyla ziyarete açıldı. Müze teşhirinde toplamda 633 adet eser sergileniyor. Müzenin içinde İznik çinisine ait örnekler, dini ve sosyal yaşamı yansıtan eserler, canlandırmalar, sikkeler; bahçede ise Osmanlı Dönemi mezar taşları, kuyu bilezikleri, çeşme ve kitabeler sergilenmektedir. Girişin solunda İznik’te Türk İslam Dönemi’nin ön planda olduğu kent maketi sergileniyor. Sağında balmumundan yapılmış erkek maketleri ve sofra düzeniyle imarete uzaktan gelenlerin hem yemek yediği hem de dini sohbette bulundukları anın canlandırılması yer alıyor. Girişin karşısında bulunan ve bir sekiyle yükseltilen birimin güney duvarında basit bir mihrap bulunuyor. Burası imaret içinde vakit namazlarının kılındığı mescit olarak kullanılmış. Ayrıca ibadet saatleri dışında ders ve ilmî sohbet işlevlerine de tahsis edilmiş özel bir alan. Bu alanda daha çok dini içerikli eserler sergileniyor. Burada, Eşrefoğlu Rumi’ye ait “Sanursın Eşrefoğluyam ne Rûmiyem ne İznikî / Benem ol dâim ü bakî göründüm sureta insan” (Sen beni Eşrefoğlu diye tanırsın, İznikli de değilim Anadolulu da, daima ve ebedi olarak insanım” yazılı çini görülmeye değerdir. Girişin solundaki mekânda İznik çini ve seramik üretimi hakkında canlandırmaların ve eserlerin sergilendiği bir bölüm yer alıyor. Bu bölümde 1963 yılında Prof. Dr. Oktay Aslanapa ile başlayan ve günümüzde Doç. Dr. Belgin Demirsar Arlı başkanlığında yürütülen kazı çalışmaları ile ortaya çıkarılan İznik çinileri hakkında bilgiler sunuluyor.
Akhilleus Lahdi’ni Troya ile ilişkili bir sahne ve mevsimleri anlatan kızlar süslüyor.
Toprağın üstündeki İznik
Yenişehir Kapı yakınındaki yeni müze, 2023 yılı ocak ayında Kültür ve Turizm Bakanlığınca hizmete açıldı. Müzede yaklaşık 8500 yıl öncesinden günümüze ulaşan çeşitli eserler sergileniyor. Müzenin girişinde ziyaretçileri, Atatürk’ün İznik ziyareti sırasında söylediği şu söz karşılıyor: “Unutmamalı ki asıl İznik’i göremeyeceksin, çünkü o toprağın altındadır.” Gerçekten de İznik’in geçmişine ait eserlerin bir kısmı gün yüzüne çıkarılsa da çoğu hala toprak altındadır. Ortaya çıkarılan, müzede sergilenen bütün eserler önemli olmakla birlikte en çok ilgiyi, Nikaia Antik Kenti’nin nekropol /mezarlık alanı olarak bilinen Hisardere’den getirilen, Roma Dönemi’ne tarihlenen lahitler çekiyor. Bunlardan biri olan Akhilleus Lahdi’ni Troya ile ilişkili bir sahne ve mevsimleri anlatan kızlar süslüyor.
Arete adındaki bir kadının, eşi Antigonos için yaptırdığı lahdin bezemesi ve yazıtı eşsizdir.
Müzenin yıldızı
Antigonos Lahdi ise müzenin yıldızı sayılıyor. Lahdin içerisinde, başının ve gövdesinin altındaki ahşap yastık ve yatakla birlikte, bir kısmı hâlâ bej doku kalıntılarıyla kaplı olan, bedeni yün kefene sarılmış, 1.76 metre uzunluğunda, 45-50 yaşlarında bir erkek iskeletine dair kalıntılar vardı. Lahdin içindeki buluntular, o dönemde ölülerin gömülürken kefenlendiğini ve ahşap bir yatağın üzerine yerleştirildiğini göstermesi açısından önemli. Arete adındaki bir kadının, eşi Antigonos için yaptırdığı lahdin bezemesi ve yazıtı ise eşsizdir. Lahdin ön yüzünde üzüntüden saçlarını yolan Arete’nin betimlendiği sahne, eşinin ölümünün onu ne kadar sarstığını açıkça gösteriyor. Kendi ağzından yazılan “Ben üzgün Arete, bütün benliğimle Antigonos’un mezarı başından sesleniyorum. Üzüntüden saçlarımı yoluyor, duygularımı ağlayarak gösteriyorum. Bu kötü kader, bu ölüm, bu seçkin adamı özgür bırakmak yerine beni tutsak etti” ifadesinin yer aldığı ağıt ise duyduğu acıyı iliklerimize kadar hissettiriyor. Roma Dönemi’ne ait eserler arasında “ludus duodecim” veya “duodecim scripta” adı verilen ve tavlaya benzeyen bir oyun da yer var. Roma Dönemi’nde İznik ve çevresinde yaygın olan bir oda mezarın canlandırması da oldukça ilgi çekiyor. Kentin önemli kültür varlıklarından biri olan ve İznik Gölü suları altında bulunan, Roma Dönemi’ne ait 1600 yıllık Aziz Neophytos Bazilikası’nın bir maketi de müzemizde yer alıyor. Bazilika kazısını yürüten Prof. Dr. Mustafa Şahin, bazilikanın, tüm Hristiyan mezheplerce de kabul edilen ve 325 yılında 1. Konsil’in toplandığı yer olduğunu belirtiyor Vatikan’da bulunan bir şapelde yer alan gravür de bunu doğrular nitelikte.
GÜNDEM
08 Kasım 2024SPOR
08 Kasım 2024GÜNDEM
08 Kasım 2024SPOR
08 Kasım 2024SPOR
08 Kasım 2024GÜNDEM
08 Kasım 2024GÜNDEM
08 Kasım 2024